20 Mart 2008 Perşembe

The Ruins (Lanetli Topraklar) 11 Nisan'da Türkiye Sinemaları'n da!...


İthaki Yayınları tarafından basılan aynı adlı korku- gerilim romanının karşı konulamaz sinema uyarlaması:

“THE RUINS-LANETLİ TOPRAKLAR”
11 Nisan 2008’de Türkiye sinemalarında gösterilmeye başlanıyor

*Roman ve öykü yazarı Stephen King’in övgülerini kazanan “Lanetli Topraklar” adlı romanın uyarlamasında görüntü yönetmenliğini “Kayıp Çocuklar Şehri”, “Yedi”, “Şarküteri”, “Panik Odası”, “Alien Resurrection”, “Çalınmış Güzellik” ve “Evita”da elde ettiği görüntülerle hayranlar edinen Darius Khondji üstlenmiştir.

*“Lanetli Topraklar”ın senaryo yazarı da olan Scott Smith, “A Simple Plan” için yazdığı senaryo ile Oscar ödülü adaylığı kazanmıştır.

*“Lanetli Topraklar”ın Prodüksiyon Tasarımları “Yüzüklerin Efendisi”yle Oscar ödülü kazanan Grant Major’a ait.

*“Lanetli Topraklar”da “Milattan Önce 10 Bin”in yaratık tasarımcısı Patrick Tatopoulos da görev almıştır.

Oscar adayı senaryo yazarı Scott Smith’in yazdığı çok-satan gerilim kitabından uyarlanan “The Ruins”, Meksika’daki bir ormanın derinliklerindeki eski uygarlık bölgesini gezmeye giden bir arkadaş grubunun oradaki şeytani güçlere karşı verdiği amansız hayatta kalma mücadelesini konu alır.
Meksika’nın pırıl pırıl güneşi, sıcak suları, kızgın ve neredeyse altından kumlu sahilleri her yıl sayısız turisti davet eder. Böyle ortamlar özellikle ucuz eğlence arayan gençlerin ilgi odağıdır. Çok iyi arkadaş olan Amy (Jena Malone) ile Stacy (Laura Ramsey), yanlarına erkek arkadaşlarını da alarak Meksika’daki turistik bir bölgeye tatile giderler. Amy’nin tıp öğrencisi olan erkek arkadaşı Jeff (Jonathan Tucker) oldukça kültürlü bir gençtir. Stacy’nin erkek arkadaşı Eric ise (Shawn Ashmore) partilere katılmaktan aşırı zevk alan özgür ruhlu bir insandır.
Grubun tatili sona yaklaşırken antik Maya harabelerini görme umuduyla bir ormana yolculuk yaparlar. Ancak arkeolojik kazı bölgesine vardıklarında beklenmedik olaylar meydana gelince korkuya kapılan genç gezginler, eski bir taş yapının tepesine sığınırlar. Orada gizlenmiş ölümcül tehditle yüz yüze kaldıklarında gençler için vahşi bir hayatta kalma mücadelesi başlayacaktır.
DreamWorks Pictures ile Spyglass Entertainment’ın sunduğu “The Ruins”in yönetmenliğini Carter Smith üstlendi. Senaryosunu Scott Smith’in, aynı adlı kendi romanından yola çıkarak yazdığı filmin yapımcılığını Stuart Cornfeld, Jeremy Kramer ve Chris Bender gerçekleştirdi. Başrollerinde Jonathan Tucker, Jena Malone, Shawn Ashmore, Laura Ramsey ve Joe Anderson kamera karşısına geçti.
PRODÜKSİYON NOTLARI
“The Ruins” projesinin başlangıç noktasında Stuart Cornfeld ve Ben Stiller’ın yer aldığını söyleyen yapımcı Chris Bender, ilk aşamada neler olduğuyla ilgili olarak şunları açıklıyor:
“Her ikisi de Scott Smith’in ‘A Simple Plan’ adını taşıyan ilk kitabının ve bu romanın filminin hayranıydı. Scott Smith, o kitaptan yola çıkılarak çekilen filmin senaryosunu da yazmış ve Oscar adaylığı kazanmıştı. Yazarın yeni kitabı ‘The Ruins’in yayımlanmasından önce bazı bölümlerine göz atma şansı buldular. Sonra DreamWorks’e götürdüler. DreamWorks’ün romanın film haklarını hemen satın almasından sonra beyazperdeye uyarlanması için Scott Smith ile birlikte projenin geliştirilmesi aşamasına geçildi.”
Scott Smith’in kitabında en kaba hatlarıyla, insan eti yiyen sarmaşıkların tehdidi altındaki Maya uygarlığı harabelerinin sır perdesini istemeden kaldıran beş kişilik grubun öyküsü anlatılır. Ancak romanın bundan daha belirgin karakteristik özelliği, hayatta kalma mücadelesi üzerinde odaklanmasıdır.
Kitaptaki korkutucu ve insani sezgilere dayalı üslubu senaryoya yansıtacak en ideal ismin Smith olduğunda filmin tüm yapımcıları olarak aynı düşünceyi paylaştıklarını söyleyen Chris Bender, “Yönetmenin önüne konulacak senaryo, yazarın tercihlerine bağlı olarak iki farklı tarzda olabilirdi. Birincisi, bugüne kadar birçok örneğini gördüğümüz katil bitki filmlerinin yeni bir örneği olurdu. İkincisi ise, kitap sayfalarındaki orijinal anlatıma sadık kalınıp izleyicinin ruh haliyle oynanarak daha ilgi çekici ve ürkütücü bir tarz geliştirilirdi. Bence Smith ikincisini tercih ederek en iyisini yaptı” diyor.
Heyecan yüklü bir gerilim filmi yaratırken Scott Smith’in materyaline sadakatle yaklaşacak bir yönetmen arayışına geçen DreamWorks yetkilileri, tercihlerini Carter Smith’ten yana kullandılar. Bugüne kadar herhangi bir uzun metrajlı film yönetmeyen Carter Smith, genellikle moda fotoğrafçısı olarak tanınıyordu. Ancak Smith’in ödüllü kısa filmi “Bugcrush”ı izleyen DreamWorks yetkilileri, aradıkları yönetmeni buldukları kanısına vardılar.
“The Ruins”te Amy rolünü üstlenen Jena Malone, yönetmenin ödüllü kısa filmi “Bugcrush” izlediği ilk günü şöyle anımsıyor:
“Film bittiğinde televizyon ekranı karşısında 10 dakika boyunca parmağımı bile oynatamadan kalakaldığımı hatırlıyorum. ‘Bugcrush’ bir gerilim veya korku filmi olmadığı halde çok ürkütücü ve rahatsız ediciydi. Filmi adeta koklayabiliyor, tadına bakabiliyor, hissedebiliyordunuz. Genelde bu tarz filmlerle pek ilgilenmediğim halde ‘Bugcrush’ı gördükten sonra Carter’ın sıradışı yaklaşımları sayesinde ‘The Ruins’in nasıl bir film olacağının; gerilim tarzının sınırlarını zorlayacağının daha iyi farkına vardım. Buradaki ‘kötü adam’ aslında sarmaşıklar değil, kendi insani doğamızdır. Çevremizde olup bitenlere karşı nasıl tepki verdiğimizdir. Bu filmin gerçekten görkemli bir film olacağını daha o zamandan anladım.”
“The Ruins” projesinin yönetmenliğini alma kararında yazarının kimliğinin önem taşıdığına dikkat çeken Carter Smith, bu konudaki düşüncelerini şu sözlerle özetliyor:
“Scott Smith’in ‘A Simple Plan’ adlı kitabının her zaman hayranıydım. DreamWorks beni arayıp senaryo taslağına göz atmamı söylediğinde ‘The Ruins’i okumakla meşguldüm. Bir film yönetmeninin elindeki en büyük hazine iyi yazılmış bir senaryodur. Smith’in yazdığı senaryo harikaydı. Aynı zamanda kitabın kendisini de yazmış birisinin elinden çıkan senaryoya sahip olmak gerçek bir bonustur, gerçek bir armağandır. Kitabı yazarken karakterlere çok zaman harcadığı için onların içini dışını çok iyi biliyordu. Bu derinliğin senaryoya da yansıması kaçınılmazdı. Böylesine cazip karakterle dolu bir senaryoya çok az rastlanır. Korku gerilim filmlerinin büyük hayranı olduğum için hiç düşünmeden bu filmde görev almayı kabul ettim.”
Carter Smith sözlerine şöyle devam ediyor: “Bence bu öyküdeki gençlerin en ilginç yanı klişe/kalıp karakterler olmamalarıdır. Amy ile Stacy çok iyi arkadaştır. Ancak erkek arkadaşlarıyla bazı sorunları sözkonusudur. Öte yandan Mathias ile arkadaşı Dimitri vardır. Mathias yolda karşılaştıkları bir Alman turisttir. Maya harabelerinin olduğu yerde arkeolojik kazıların yapıldığı bölgeye gitmek ister. Amacı ise kayıp kardeşini bulmaktır. Bu grubun üyeleri birbirini pek fazla tanımadıkları için o tuhaf dinamikler ortaya çıkar: Birbirimize nasıl uyum sağlayacağız? Bu grubun içinde ben kimim? Aslında herşey kötüye gitmeye başlayıncaya kadar grup içerisinde birlik beraberlik pek yoktur. Çok katmanlı karakterler ve onları çevreleyen kompleks olaylar dizisi olduğu için sağlam bir başlangıç noktası vardır.”
Prodüksiyon Amiri Trish Hoffman’ın yorumu ise şöyle: “Scott Smith bir gerilim öyküsünün nasıl yazılacağını en iyi bilen yazardır. Korku olgusunun psikolojik boyutunu ve zor koşullar altına düşen normal insanlara neler olduğunu mükemmel anlatır. Aynı şekilde Carter da gerilim inşa etme konusunda başarılıydı. Kitabın hangi kısımlarının beyazperdeye getirileceğini belirlerken ve öyküyü geliştirirken ikisi arasında müthiş ve eşine az rastlanır bir işbirliği süreci yaşandı.”
Yapımcı Chris Bender ise, iyi bir gerilim filminde yaklaşmakta olan bir saldırı beklentisinin öne çıktığını belirterek, bunun en mükemmel örneğinin “Jaws” filmi olduğunu vurguluyor ve şu yorumu yapıyor:
“Kaliteli gerilim filmlerinde saldırının ne zaman olacağı beklentisi, saldırının kendisinden daha önemlidir. Bu filmi yaparken bizim amacımız da bu oldu. Ürkütücülüğü sağlamak için yeteri kadar bilgi verdik, sarmaşıkların niyetinin anlaşılmasını bu yolla sağladık. Sarmaşıkların zaman zaman harekete geçtiğini görüyorsunuz ve yeniden ne zaman saldıracaklarını merak ediyorsunuz. Ancak belli bir noktaya kadar gizemli kalmaya devam ediyorlar.”
Bender ve Hoffman’ın her ikisi de, Carter Smith’in fotoğrafçılık konusundaki birikimi sayesinde filmdeki gerilim ve endişe boyutunun arttığını düşünüyorlar. Hoffman’ın bu konudaki yorumu şöyle:
“Bu filmde Carter’ın kullandığı çerçeveler son derece özgün yapıdadır. Korku filmlerinin büyük kısmında karanlık hakimdir. Karanlığın içerisinde ne olduğu merak ettirilir. Ancak bu filmdeki karakterler keskin günışığında olduğu halde ortam hala ürkütücüdür. Örneğin katil sarmaşıkların öldürücü olduğunu öğrenmemizden önce bile kamera öyle noktalara konulur ki, sıradışı açılardan yapılan çekimlerle katilin bakış açısında olduğunuzu ve hedef haline geldiğinizi hissedersiniz. İnanılmaz ürkütücü bir ortam vardır. Çok sonraları katilin sarmaşıklar olduğu herkesçe anlaşılır. İzlenen bu yöntemin görsel açıdan gerilim boyutunu maksimize etmenin en zekice ve harika yolu olduğunu düşünüyorum.”
Korku filmlerinin sıkı bir hayranı olduğunu saklamayan Carter Smith ise, yepyeni bir yaklaşım getirme konusunda istekli olduğunu vurgulayarak şu gözlemi yapıyor:
“Korku filmlerinde genellikle insanların katilden kaçmaya çalışırken teker teker avlanması konu edilir. Bu eğlenceli bir yöntem olabilir ama bu filmi yaparken herşeyden önce kendimin heyecan duyacağı farklı birşeyler yapmak istedim. Bence hayal edebileceğim en ürkütücü ve korkutucu şeylerden birisi, insan vücudunun işgal edilmesi fikridir. Bu işgal ister bir böcekten gelsin, isterse bir Maya harabesinin çevresini saran katil sarmaşıktan gelsin, kendi vücudumuzun kontrolünü kaybetmenin gerçekten çok ürkütücü olduğunu düşünüyorum.”
Yönetmen Carter Smith sözlerine şöyle devam ediyor: “Ancak bu, ‘The Ruins’teki korku boyutunun sadece bir parçasıdır. Bu film, başroldeki karakterlere dışarıdan birşeylerin saldırması üzerine bir öykü değildir. Gerçek korku içseldir. Kaynağını bu karakterlerden ve onların davranış biçimlerinden bulur. Sonuçta da onların çok tehlikeli koşullar altına düşmesine yol açar. Onu asla siyah ve beyaz gibi sözcüklerle tanımlayamayız. Çok sayıda gri bölgeler de vardır. Öykünün en sevdiğim yanı buydu.”
Trish Hoffman da şunları ekliyor: “Açıkçası ‘The Ruins’te tipik ve sıradan diyebileceğimiz hiçbir şey yoktur. Filmimizi direkt olarak ruhunuzu işgal edecek psikolojik korku filmi olarak adlandırabiliriz.”
MEKANLAR
“The Ruins”in konusu, Meksika’nın görkemli egzotik sahilleri ve tropik ormanlarıyla ünlü Cancun bölgesinde geçer. Yakınlarında film stüdyosu da olan bir sahil bölgesi bulmak oldukça kolaydı ama yönetmen Carter Smith’in aklında başka bir yaklaşım vardı: Filmi iki mekanda çekmek istiyordu.
“Herşeyi mümkün olduğunca gerçek kılmak istedim” diyor Carter Smith, “Aktörler ve materyal açısından böylesi daha iyiydi sanırım. Çünkü dozu yükseltilmiş bir kavram üzerinde çalışıyorsanız, herşeyin mümkün olduğunca sağlam temeller üzerine oturmasını istiyorsunuz. Daha da önemlisi, sahip olabileceğiniz en güzel ve en doğal ışık, bence günışığının ta kendisidir. Ulaşmaya çalıştığımız görünüm açısından da günışığı çok önemliydi. Bu nedenle düşünce biçimim bu filmi hiçbir şekilde stüdyo ortamında çekmemek, doğal ortamları tercih etmek şeklinde oldu.”
Prodüksiyon Amiri Trish Hoffman, deniz kıyısı ile orman arasındaki güçlü ilişkiyi vurgulayarak uygun mekanı bulma hazırlığına başladı. Gerisini kendisinden dinleyelim:
“Carter Smith’in getirdiği yaklaşım doğrultusunda bakınca, Avustralya’nın Queensland bölgesinden daha iyisinin olamayacağını düşündüm. İlk etapta Queensland’daki Pacific Film ve Televizyon Komisyonu ile DreamWorks arasında görüşmeler başladı. Ardından o bölgeye giderek koşulları kendim gördüm. Bugüne kadar Queensland’de birçok film çekildiği için işinin ustası haline gelmiş, çok denetyimli ekiplerle karşılaşacağımızı biliyorduk. Ayrıca seçtiğimiz dış mekanların yakınında Warner Roadshow Movie World Stüdyolarının olması da önemli bir faktördü. Carter bu filmi her ne kadar doğal ortamlarda çekmek istese de, senaryonun bazı yerlerinde mutlaka bir film stüdyosu gerektiren bölümler vardı. Sonuçta sahil, orman, yağmur ormanı ve stüdyo olmak üzere aradığımız herşeyi orada bulduk. Bu nedenle filmin çekimlerinin Avustralya’da yapılması kararı hepimiz için çok kolay ve çok doğru bir karar oldu.”
Filmin öyküsünün üç ana mekan gerektirdiğini belirten yapımcı Chris Bender ise şu açıklamayı yapıyor: “Baş karakterlerimiz otelden ayrılıp harabeleri bulduğunda birkaç yerel Maya insanıyla karşılaşırlar. Onların konuştuğu dili anlamadıkları için hangi davranışlarına kızdıklarını anlayamazlar. Bu yüzden Mathias’ın arkadaşı Dimitri’nin vurulması üzerine en iyi çözümün kazı alanından uzak kalmak olduğunun farkına varırlar.”
Filmdeki üç ana mekandan birisi ormanın girişindeki piramitti. Bu piramitin at sırtındaki bir sürücünün manevra yapmasına imkan verecek şekilde inşa edilmesi gerekiyordu. Diğerleri ise, arkeolojik harabelerin tepesinde yer alan ve çevredeki ormanın tamamını gören üst kısmıyla, harabelerin içerisindeki karanlık tören odasıydı.
Yapımcı Chris Bender bu konularda neler yapıldığını şu sözlerle açıklıyor: “Karanlık tören bölmesini stüdyo ortamında inşa edebilirdik. Dış mekanlar için bölgeyi taramaya başladığımızda bazı güçlükler çıktı. Bazı kesimlerde mükemmel ağaç kümeleri; bazılarında harika manzaralar vardı. Bu nedenle iki farklı mekan yaratma konusuna odaklandık. Ormandan çıkan herkesin geldiği tepe seti vardır. Başka bir set ise, tepenin üstü setidir. Her ikisi de gerçekten büyüleyici oldu. Prodüksiyon tasarımcımız Grant Major, kaya ve sarmaşıklarla ilgili inanılmaz iş çıkarttı. Daha sonra mekanları digital yöntemlerle birleştirirken kesintisiz görüntüler elde ettik.”
Filmin çekimlerinin büyük kısmı Tamborine Dağı ile Springbrook Ulusal Parkı’ndaki Natural Arch yakınlarında yer alan özel mülkiyete ait alanlarda yapıldı. Bunların her ikisi de Avustralya kıtasının Altın Sahili bölgesindeydi. Setlerin inşa edilmesiyle ilgili kapsamlı çalışma yapılması ve ekiplerin uzak bölgelere gönderilmesi konusunda zorluklar yaşandıysa da, çekimlerin dış mekanlarda yapılması yönünde verilen kararlar, oyuncu kadrosu açısından büyük bir bonus ve fırsat oldu.
Filmde neşeli ve sevgi dolu kişiliği olan Eric rolünde oynayan ve daha önce “X-Men” filmlerinde özel efektle çalışma deneyimi olan Shawn Ashmore, çekimlerle ilgili şu yorumu yapıyor:
“Stüdyo ortamında yeşil ekran önünde çalışmaktansa, gerçek setlerde çalışmak her zaman daha iyidir. Gerçek mekanlarda gökyüzünü görebilir, rüzgarı ve bedeninizi ısıtan güneşi hissedebilirsiniz. Bu öyküde çok sayıda doğal element vardır. Filmde terleme, ısıyı hissetme, susadığınızda suya ulaşamayacağınızı bilme gibi doğal zorluklar anlatılır. Bu duyguları gerçek anlamda yaşadığımız için, ekrana en iyi şekilde aktarabilme konusunda doğal ortamın büyük yardımını gördük.”
Prodüksiyonun tek negatif yönü, konu yaz sıcaklarında geçmesine rağmen çekimlerin aslında yaz aylarında yapılmamış olmasıydı. Stacy rolünü üstlenen Laura Ramsey bu konuda şunları söylüyor:
“Tertemiz havada çalışmak, o güzel günbatımı manzaralarını izlemek, doğal ortamlarda çalışmak, hepsi harikaydı ama dondurucu soğuk vardı. Sıcak yaz gününde gibi davranacağımız için bize incecik yazlık kıyafetler giydirdiler. Terleme görüntüsü vermek için vücudumuza zeytinyağı sürdüler. Bunlar biraz rahatsız edici oldu. Ancak, tozlu bir stüdyo ortamında çalışıp kendimi ormanda gibi hayal ederek yeşil ekran önünde rol yapmaya çalışmaktansa, olağanüstü doğal bir çevre ve ortam içinde soğuktan donarken vücuduma zeytinyağı sürülmesini her zaman tercih ederim.”
Yönetmen Carter Smith’in yorumu ise şöyle: “Dış mekanlarda çalışmak oyuncular açısından artı bir avantaj sağlarken rolleri için ihtiyaç duydukları gerilme duygusunu beyazperdeye yansıtmalarına yardımcı oldu. Filmi seyrederken gün batımı olgusunun çok önemli yer tuttuğunu fark edeceksiniz. Çünkü güneşin battığı andan itibaren kötü birşeylerin meydana geleceğini sezinleyeceksiniz. Ancak gerçek gün ışığında çekim yaptığımız için zaman dilimlerimiz de sınırlıydı. Güneşin bir dağın arkasında kaybolması olgusunda insana sıkıntı ve baskı hissi veren birşeyler vardı. Daha hızlı çalışmamız, daha çabuk kararlar vermemiz için bizi zorladı. İstediğimiz herşeyi ancak daha hızlı çalışarak alabilirdik. Bazen düşünüyorum da, eğer bu baskıyı hissetmemiş olsaydık bu derece üretken olamazdık gibime geliyor. Dış mekanlarda çalışınca herkes kendi oyununun zirvesinde oldu, işini yaparken en iyisini yaptı.”
OYUNCU KADROSU VE KARAKTERLER
Yönetmen Carter Smith, filmdeki karakterle ilgili şu yorumu yapıyor: “Bu filmdeki karakterlerin bence en ilginç yanı, başlangıçta hepsinin çok seksi, normal ve gerçek gençler olmasıdır. Ancak filmin sonunda hepsinin kişiliğinin bozulduğunu, birer canavara dönüştüğünü görürüz. Bu çarpıcı dönüşümü maksimize etmek için rol tercihlerini yaparken belirli kıstaslarımın olması gerekiyordu.”
Smith açıklamasına şöyle devam ediyor: “Aradığım iki ana unsur vardı. Birincisi çok temel gibi gözükebilir ama aslında ulaşılması zor olanıydı. Genç oyuncuların rol aldığı tipik korku-gerilim filmlerindeki oyunculara benzeyen aktörler istemiyordum. Fotoğrafçılık yaptığım yılların tecrübesiyle, sıradan diyebileceğimiz cazibeye sahip insanlar yerine ilginç görünümlü insanları cazip bulduğumu keşfetmiştim. Bu nedenle çok seksi bir oyuncu kadromuz olmasına rağmen onlar tipik ‘Hollywood oyuncuları’ değildir. Oyuncu tercihlerimi yaparken bu konuya öncelik verdim.”
Carter Smith’in aradığı ikinci unsur ise, Scott Smith’in kitabı ve senaryosundaki ince detayların hakkını verecek aktörler bulmaktı. Yapımcı Bender’in bu konudaki yorumu şöyle:
“Korku filmleri için kadro kurmak bazen oldukça zordur. Çünkü oyuncular filmin bir şekilde gölgesinde kalacağından korkarlar. Ancak filmin yönetmeninin Carter Smith olması; elimizdeki materyalin çok prestijli ve Oscar ödülü adayı bir yazar tarafından yazılmış olmasıyla yetenekli bir kadroyu bir araya getirmeyi başardık. Bu filmin, ‘Little Shop of Horrors’ türünde bir film olmayacağı konusunda emin olmalarını istedik. Bu nedenle de başroller için temas kurarken onlara sadece senaryoyu yollamakla yetinmeyip, Carter’ın kısa filmi ‘Bugcrush’ı da gönderdik. Senaryonun temel alındığı kitabı tanımalarını; senaryonun da kitabın yazarı tarafından kaleme alındığını bilmelerini sağladık.”
Eric rolünde oynayan Shawn Ashmore, filmdeki karakterler ve konuyla ilgili olarak şu gözlemi yapıyor: “Bence ‘The Ruins’teki tüm karakterler ayakları yere basan sağlam karakterlerdir. Filmin kusursuz olmasının temel sebebi ise öyküsüdür diye düşünüyorum. Bu çiftlerin beraber yolculuğa çıkmasının tek sebebi, Amy ile Stacy’nin arkadaş olmasıdır. Jeff karakteri ile benim oynadığım Eric ise birbiriyle arkadaş değildir. Bu nedenle izleyici, bu karakterlerin aynı zamanda birbirini daha iyi tanıma sürecinde olduğunu bilmelidir. Arkeolojik kazı alanında başlarına kötü olaylar gelmeye başlayınca şu soruları sormaya başlarlar: İşler kötüye gidince ilişkiler nasıl değişir? Ölüm kalım mücadelesiyle yüz yüze kalındığında insanların davranışlarında ne gibi değişimler meydana gelir?”
Grubun lideri Jeff karakteridir. Bu rolde oynayan genç aktör Jonathan Tucker, portresini çizdiği karakteri şu sözlerle tanımlıyor: “Jeff tıp fakültesi birinci sınıf öğrencisidir. Bu nedenle insan anatomisinin gerçeklerini çok iyi bilir. Kan görmüşlüğü vardır ama buna rağmen ormanda yüz yüze kalacağı gerçeklere hazırlıklı değildir. Bu tipte bir öykü anlatırken inanç duyulacak bir karakter istenir. Bu yüzden diğer karakterler, Jeff’in cevapları bildiğine ve onları bu kötü durumdan kurtaracağına inanmak istemektedir. Hassas ruhlu bir gençtir. Geceleri partiden partiye koşan bir tip değildir. Bu nedenle ona güvenirler. Ancak buradaki problem, onun yaptığı her davranışın bilimsel gerçekleri temel alması, buna karşılık çevrelerinde yaşanan olayların bilimle ve mantıkla açıklanamıyor olmasıdır. Jeff bu durumu hemen fark edemez. Cesurluk taslar ve bilgi sahibi birisiymiş gibi davranır. Böyle olunca da gruba büyük zarar verecek bazı hassas kararlar verir. Bu durum grup üyelerini, özellikle de Mathias’ı çıldırtır.”
Jeff grubun lideriyken Eric karakteri sıradan gençleri temsil eder. Bu rolde kamera karşısına geçen Shawn Ashmore oynadığı karakterle ilgili şu yorumu getiriyor:
“Eric karmaşık bir genç değildir. O sadece tatile çıkmış, iyi ve güzel zaman geçirmek isteyen birisidir. İzleyicinin onunla kolayca bağlantı kurabileceğine inanıyorum. Çünkü Jeff gibi cevapları biliyormuş taklidi yapmaz. Olaylar kontrolden çıkmaya başladığında Stacy’i korumaya odaklanır. Ancak harabelere girip de yaralanınca Stacy’de değişimler başlar. Eric onu rahatlatmaya çabalarken Stacy onu dışlamaya, azarlamaya başlar. Buna rağmen Stacy ve gruptaki diğerleri için elinden geleni yapmaya devam eder. Sonuçta o iyi bir insandır ama hepimizin bildiği gibi en iyi insanlar en çabuk dışlananlardır. Mathias’ın bacağının kırılması olayından itibaren Eric’in de kişiliği değişmeye başlar. Ondaki bu dönüşüm sürecini oynamak benim için çok ilginç oldu.”
Benzer bir dönüşüm süreci, Jeff’in kız arkadaşı Amy’de de gözlenebilir. Amy rolünde kamera karşısına geçen Jena Malone, oynadığı karakterdeki değişimi şu sözlerle aktarıyor:
“Amy’nin düşüncesine göre bu gezi sadece uçusuz bucaksız sahiller ve tropikal içkiler anlamına gelir. Erkek arkadaşı Jeff ve en iyi kız arkadaşı Stacy ile yaşayacağı bir maceradır. Ne eksik ne fazla… Ancak grup kapana kısıldığında Amy’nin kişiliğindeki daha karmaşık yönleri görmeye başlarız. Bunların çoğu direkt olarak Scott Smith’in kitabından gelir. Çok sayıda içsel monologlar şeklindedir. Bu durumun bir oyuncu için mükemmel bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Bence senaryonun gerçekten en güzel yanı, o kadar da sade ve basit olmamasıdır. Çok fazla diyalog yoktur. Bunun yerine herşey bu karakterlerin iç dünyasında olup biter. Oyuncular olarak en çok bundan etkilendik.”
Stacy rolünü üstlenen Laura Ramsey ise, portresini çizdiği karakterin kitaptan beyazperdeye aktarılması aşamasında bazı değişiklikler yapıldığını vurgulayarak şunları söylüyor:
“Smith’in kitabındaki Stacy ile senaryodaki Stacy birbirinden farklıdır. Portresini çizdiğim Stacy karakteri Eric’in kız arkadaşıdır. Mathias’a yardım etmek için harabelere gittikten sonra sarmaşıkları takıntı haline getirir. Kitabı okursanız orada sarmaşıkları kafaya takanın Eric olduğunu göreceksiniz. Bu yüzden kitabı okurken Stacy hakkında bazı küçük ipuçları aldım ama asıl aradıklarımı kitaptaki Eric’ten aldım.”
Avustralya’ya giden dört aktör, provaların başlamasından sonra çok önemli bir gerçeği keşfettiler. Yönetmen Carter Smith, karakterlerin yorumlanması konusunda oyuncuların düşüncesini almaya, onların fikirlerine açık olduğunu göstermeye istekliydi. Laura Ramsey’in bu konudaki yorumu şöyle:
“Tatile çıkan arkadaş gruplarının birbirine nasıl davranacağı konusunda kendi ilişkilerimizden yola çıkarak özellikle filmin açılış sahnelerine kendi damgamızı vurduk. Carter çok sayıda prova düzenleyerek doğaçlama yapmamıza izin verdi. Oynadığımız karakterler ve belirli koşullar altında nasıl davranacakları konusunda bizlerle konuştu. Bunların hepsi bazı senaryo değişiklikleri için esin kaynağı oldu. Bize öylesine açıktı ki ve kulak veriyordu ki karakterler hakkında neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda kendi yorumlarımızı getirmemize izin veriyordu. Gerçekten çok yararlı bir süreç oldu.”
SARMAŞIKLAR VE GÖRSEL EFEKTLER
Oyuncu kadrosu ve mekanların belirlenmesinden sonra “The Ruins”in yapımcıları, filmin en zor unsuru olan öldürücü sarmaşıklara odaklandılar.
Yönetmen Carter Smith ilk aşamada neler düşündüğünü şu sözlerle özetliyor: “Bu konuda verdiğim ilk tepki, ‘Tanrım biz bu işin altından nasıl kalkarız?’ şeklinde oldu. Sonuçta kitapta anlatılan katil sarmaşık başka birşeydir, seyircinin filmde izlediği sarmaşık başka… İzleyici gördüğünü sorgulamak ister. Bu nedenle öldürücü sarmaşıkların nasıl olacağı konusu çok önemliydi.”
Bu sıradışı düşmanı ekrana taşımak için Carter Smith ve yapımcıların birinci sınıf ekiplere ihtiyacı vardı. Öncelikle, bugüne kadarki kariyerinde “I Am Legend – Ben Efsaneyim” ve “10,000 B.C. – M.Ö. 10,000” gibi önemli yapımlar bulunan ünlü yaratık tasarımcısı Patrick Tatopoulos ile anlaştılar. Prodüksiyon tasarımları ise “The Lord of the Rings – Yüzüklerin Efendisi” üçlemesindeki çalışmasıyla Oscar alan Grant Major’a verildi. Görsel efektler süpervizörlüğünü de, son dönem çalışmaları arasında “Fantastic Four: Rise Of The Silver Surfer” ve “Death Sentence” gibi yapımlar olan Greg McMurry üstlendi.
Yönetmen Carter Smith, sarmaşıklar konusundaki yaklaşımını şu sözlerle açıklıyor: “Sarmaşıkların nasıl öldürücü olduğu konusunda zoraki açıklamalar sağlamakla zaman kaybetmek yerine farklı bir yöntem üzerinde karar kıldık. Sarmaşıkların kökenini bir sır olarak tutarak izleyicinin kendi kendine hipotezler getirebileceği bazı ipuçları üzerinde odaklandık. Öncelikle bu sarmaşığın versiyonunu belirlerken büyük oranda gerçek dünyadaki sarmaşığı temel alması sonucuna vardık. Sarmaşığın yaptığını aslında gerçek bitkiler şu veya bu şekilde yaparlar. Kendimize şu soruları sorduk: Sarmaşık besinlerini nereden alır? Yöre halkı onun yayılmasını nasıl önler? İnsanların etini yedikten sonra geride kalan parçalarını sarmaşık ne yapar? Filmdeki sarmaşıkları geliştirirken bu sorular beynimizde dolaştı durdu. Esas işimiz de, sarmaşığın nasıl görüneceğini, nasıl hareket edeceğini, nasıl ses çıkaracağını belirlemek oldu.”
Yaprakları ve çiçekleriyle ilk bakışta güzel gibi duran ölümcül sarmaşıkların kalıplarının hazırlanması görevini Gary Cameron üstlendi. Tatopoulos’un tasarımlarından yola çıkarak sarmaşıkları yaptığını söyleyen Cameron, “Hareketlerinin nasıl olduğunu gözlemlemek için çok sayıda bitkiyi inceledik. Gerçek hayatta birisi onlara yaklaştığı ve dokunduğunda neler olduğunu gözlemledik. Sonuçta temel olarak gerçek yaşamda olduğu yere sarılarak hızla büyüyen balkabağı sarmaşığını kullandık” diyor.
İzleyicinin yakın plan çekimlerinde göreceği “esas” sarmaşıkların hazırlanmasında 12 kişilik bir atelye geceli gündüzlü çalıştı. Sarmaşık filizlerine kadar her yaprağın veya çiçeğin belirlenip boyanması işlemlerinin tamamı elle yapıldı. Sarmaşıkların hazırlanması için olağanüstü emek harcandı ama Major’ün deyimiyle emekler boşa gitmedi.
Sarmaşıkları hareketli hale getirme görevini üstlenen görsel efektler süpervizörü Gregory L. McMurry, bu konuda nasıl bir yaklaşım sergilediğini şu sözlerle açıklıyor:
“Başlangıçta belirli her hareket için mekanik birtakım aygıtlar üzerinde konuştuk. Ancak daha sonra digital animasyon yöntemini benimseyince o fikirden uzaklaştık. Anlatılan öykünün ilk bölümünde grubun tepenin üstünde izole olması vardır. Ardından sarmaşıklar onlara sokulmaya başlar. Çevrelerinde hareket eden sarmaşık filizlerini ilk başta göstermek istemedik. Çünkü sürpriz boyutunu yok edebilirdi. Neler olup bittiğini izleyicinin merak etmesini istedik. Kaçınılmaz olduğunu bildikleri daha büyük saldırı için beklenti içerisine sokmayı tercih ettik. Yapraklar görsel açıdan normal set parçaları gibidirler. Onların kendine özgü bir dokusu olduğunu gençler sonradan anlar. Ardından gençler onlara bakmazken sarmaşıkların hareket ettiğini görmeye başlarız. Ancak bunun rüzgar veya başka bir mantıklı sebebi olup olmadığı açıkça anlaşılmaz. Stacy’nin harabelere inmesiyle birlikte sarmaşıkların kendine özgü bir hareket biçimi olduğundan kuşkulanırız. O noktaya kadar hiçbir şey netlik kazanmadığı için izleyici iyiden iyiye gerginleşecek ve heyecanlı bir serüven için hazırlanmış olacaktır.”
PRODÜKSİYON TASARIMI VE GÖRÜNTÜ YÖNETMENLİĞİ
Prodüksiyon tasarımcısı Grant Major, filmin başından sonuna kadar değişen ortamı yansıtırken nasıl bir yaklaşımdan yola çıktığını şu sözlerle dile getiriyor:
“Filmin öyküsü cennet gibi bir ortamda başlar. Mavi gökyüzü, sapsarı güneş, altın gibi pırıl pırıl parlayan kumlarıyla rengarenk bir sahil ortamı vardır. Filmin ilk bölümünün tasarımında bunların hepsi yansıtıldı. Ardından ormana doğru çok da güzel olmayan bir yolculuk başlar. Ortam karışıktır, kimi zaman koyu gölgeli yerlerden geçerler. Son olarak karakterlerimiz Maya tepesine vardığında dış mekan olduğu halde izolasyon ve klostrofobi ortamı hakimdir. Mezar bölmesinin içine inildiğinde bu daha da derinleşir.”
Yönetmen Smith şunları ekliyor: “Bunların hepsini bir araya getirdiğinde karanlık mod yaratılmasına yardımcı olur. İzleyici neler olup bittiğinin farkına varmayabilir ama bunların hepsi doğru yapıldığı takdirde izleyici yapılmak isteneni kesinlikle hissedecektir.”
Maya harabeleriyle ilgili kendi kreasyonunu oluştururken o dönemin kültürel detaylarını araştırdığını belirten prodüksiyon tasarımcısı Grant Major, yaptığı çalışmayı şu sözlerle anlatıyor:
“Filmin konusu Meksika’da geçer. Bu nedenle rekseasyonu en kolay yapılan yerler turistik bölgelerdir. Yucatan Yarımadasında bulunan Maya uygarlığı kalıntıları ise daha fazla araştırma ve çalışma gerektirdi. Çok sayıda Maya piramidini ziyaret ettik. Bunların hepsi tarihi anıt statüsündeydi. Detaylar üzerinde haftalar süren yoğun çalışma yaptık. Ardından filmin çekimine geçildi. Piramitlerin içerisine bazı şeyler koymak veya bazılarının yerini değiştirmemiz gerektiği için başarılı bir film çekmenin tek çaresi, kendi piramidimizi inşa etmekten geçiyordu.”
Grant Major açıklamalarını şu sözlerle sürdürüyor: “Maya kültüründen bugüne kalan çeşitli piramitleri araştırdık. Sonra diğer bölgelerden kaya örnekleri aldık. Ardından bunların, konusu piramidin üstünde geçen bir dram, korku, gerilim filmine göre uyarlanması gereği vardı. Herşeyi bu dinamikler çerçevesinde tasarladık. Sonuçta piramidin üst ve alt kısımlarının yapımı yedi haftalık çalışma gerektirdi. Böylesine büyük bir yapı için oldukça kısa bir süreydi. Harika ekibim sayesinde kısa sürede zoru başardım.”
“The Ruins”in görüntü yönetmenliğini daha önce Smith ile başka projelerde de çalışmış olan Darius Khondji üstlendi. Smith ile Khondji’nin karşılıklı görüş alışverişinde bulunduğu ilk nokta, filmin başındaki ortamın eğlenceli ve seksi olması; sonradan aşama aşama değişmesi nedeniyle bu sahnelerin en etkileyici şekilde nasıl çekileceği oldu.
Darius Khondji bu konuda uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor: “Soft ışıklar ve renk mozaikleriyle başladık. Sonra ışık unsuruyla oynamak suretiyle genel havayı giderek gergin ve sert hale getirdik. Gerçek anlamda cesur bir görünüm bulmak istedim. Hatta bunu karakterlerin kendilerinde bile yaptım. Böylece hepsi aşama aşama çirkin ve sert görünüm alarak içerisinde bulundukları koşulların yansıması haline geldiler. Ayrıca daha önce yaptığımdan çok daha fazla oranda hareketli kamera çalışması kullanmak suretiyle olayların herkesin kontrolünden çıktığı kaotik ortamı hissettirmeyi hedefledim.”
“The Ruins”in bazen belirgin, bazen de kurnazca yapılmış rahatsız edici unsurlar içermesi nedeniyle sert ve izleyenler üzerinde şok etkisi uyandırabilecek bir film olduğunu kabul eden Carter Smith’in filmle ilgili son sözleri şöyle:
“Bence korku filmleri, izleyicinin ekranda gördüklerine karşı fiziksel ve duygusal tepki verdiği tek film türüdür. Sinema salonunda haykırmak, bağırmak, koltuğuna gömülmek veya rahatsız edici anlarda bakışlarını perdeden kaçırmak insanların hoşuna gider. Bunların hepsi harika şeylerdir. İzleyicinin fiziksel tepkisinin karşılığını alabileceğiniz çok sayıda film türü vardır. Bence izleyiciye o rahatlamayı vermenin en iyi yolu, çok gerçek karakterlerin yer aldığı gerçek bir dünya oluşturmak; onlara gerilim yükleyerek eziyet etmek; ardından yapabileceğiniz en gerçekçi korku filminden karelerle korkuturken eğlendirmektir. Eğer bunların hepsi bir araya gelebildiyse ve izleyici de filme karşı fiziksel tepkiyi deneyimlerse hedefimize ulaştığımıza inanıyorum.”

Hiç yorum yok: